10 Mart 2010 Çarşamba

Athelien "the" ev kedisi...

Hayat işte; nereden çekerseniz oraya doğru gidiyor. Hatta fazla çekerseniz uzayabiliyor; çekingen davranırsanız yerinden kımıldamıyor. Bu ev kedisi de hayatın neresini tutacağını çok da bilemese de bir şekilde bir ucuna saldırıp çekme planları yapıyor. En azından iyi, kötü planları oluyor. Kısmetse planlar uygulamaya konuyor; değilse "amaaaaaaan, salla gitsin!" oluyor. Duygusal anlar yaşanıyor. Malum, eskiden okulun doldurduğu yeri dolduracak bir şey yok ve okul hatıraları hala etkisini gösteriyor. Freud, zihni bir buzdağına benzetir ya hani... Bilinç altı, zihnin ulaşıma kapalı mekanıdır, rüyalar, bir takım yaşantılar sonucu kendini belli eder; tıpkı buzdağının suyun altında kalan kısmı gibi... İşte Athelien pek bir duygusal olduğu için (eee, küresel ısınma da var) o buzdağı çok çabuk eriyor ve eriyen bilinç altı suyu bilince karışıyor. Ama hayat devam ediyor.

Artık Athelien her şeye "hayırlısı" diyor. İş yok hala. Kısmet... Aşk yok; meşk yok. Evlilik hiiiiç yok! O olmasın da zaten. Bu konuya soran olursa değineceğim; zira kendi şahsi ve de tehlikeli görüşüm. Ben en iyisi bir süredir neler düşündüğümü dökeyim buraya.

Kendimi geliştirmek, KPSS sınavında başarılı olmak adına Aralık ayında bir dersaneye gitmeye başladım. Çalışabildiğim kadar ders çalışıyorum. Fakat üniversiteden yeni çıkmışken zor da oluyor tekrar masa başına geçip ders çalışmak. Hele başımda öyle bir bela var ki sormayın: Matematik...

Ne tuhaf bir beladır, nasıl bir kavram, bir bilimdir ki ben buna sıradan bir "bela" diyemiyor, anlatamıyorum. Çocukluğumdan beri nefret ettiğim matematik dersini; her ne kadar bu konuda henüz aşama kaydedemesem de; bir anda az da olsa sevmeye başladım. Bunun nedeni öğreten kişi (benim deyimimle "hoca") mi? Tabii ki. Ancak hocanın fiziksel hoşluğuymuş, jestleriymiş vs. si umrumda değil. Dersi anlatışıyla beğeniyorum ben hocayı. Artık bulmaca çözer gibi mateamtik sorularını çözüyorum. Zevk için sanki... Başarılı olamıyorum; yirmi soruluk bir testi çözmeye çalışırken tüm günümü harcıyorum. Olsun; ilk defa matematik çalışırken bundan keyif alıyorum.

Benim de sınıftaki herkes gibi matematikte 0 (sıfır, tabula rasa-boş levha) bilgi ile geldiğimi kabul edip sabırla, en kolay konudan başlayıp en zoruna doğru yavaş geçiş yapan; verdiği örnek ve ödev testlerin haddi hesabı olmayan matematik hocama teşekkürler. İnsanın öğrenirken en çok yararını gördüğü ders materyalleri bol örnek ve öğrenilen bilgiyi hayata geçirmek (miş; ben de bunu fakültede okurken, ve hatta bu dersanede eğitim bilimleri derslerinde öğrendim.)


Soranlara "Hala öğrenciyim" derken bundan hiç gocunmuyorum. Üniversitede, zorunlu staj dersimiz vardı. Gittiğim okulda, dersine girip gözlem yaptığım hocalardan biri bana "En iyi öğrenci, tahtanın önündeki öğrencidir." demişti; hakikaten de öyleymiş. Bir öğretmen, kendini her zaman bir öğrenci gibi hissetmeli. Çünkü, öğretmenin en büyük işlevi, bilgisini başkalarına aktarabilmesidir. Bunun için de

1) Öğretmen, bilgiye sahip olmalı,

2) Öğretmen, bilgiyi aktarma yöntem ve tekniklerine hakim olmalı.

Bunlar için de öğretmenin daima öğrenme işini yapıyor olması gerekir kanısındayım.

Dört yıl boyunca eğitim fakültesinden mezun olmak için canla başla çalışıp, öğretmenlik diploması aldığım halde KPSS engeline takılmış olmak beni her ne kadar bunaltsa da şu sıralar bir dersanede, öğrendiklerimi tekrar etmek, başkalarından öğrenmek ve onların öğretim yöntemlerine eleştirel gözle bakmak benim için çok iyi oluyor.

Evet, zaten yazılarının çoğunluğu İngilizce olan bloğumda belki de bir seneden beri ilk defa Türkçe yazı görüyorsunuz ve o da kısa oluyor. Ancak düşündüğüm, icat ettiğim, oynadığım, izlediğim, etkilendiğim, zırıl zırıl ağladığım o kadar yoğun şey var ki... Hepsini de yazmak görüntü kirliliği! Bu nedenle uzun zamandır ne yazarım, nasıl yazarım, yazmam şart mıdır diye kara kara düşündüm durdum. Biyonik Kedi ve Pelince'ye buradan çooook teşekkürler; uzun zamandır unuttuğum bloğumun varlığından beni haberdar ettikleri için. Onlar yorum göndermeseydi peeeeeeehhh... Blogmuş, yazıymış... Neeeymiiş? Bu vesilede hatırlatmada bulunan bu pek muhterem iki kişinin de neler yaptığına göz atma fırsatım oldu. Sevindim :)

NOT: Gecenin sürprizi (çünkü saat 01. 50 ve yazı ancak bitti)... Damien Rice'tan güzel bir şarkı armağan ediyorum: Amie. Bu şarkıyı linkte çıkan listede bulup üstüne tıklamanız yeterli. Elbette, listedeki diğer şarkılara da bakabilirsiniz.



En rüyası bol geceler sizlerin olsun!