Tatil mekanlarında veya evlerinde, işlerinde, güçlerinde olan herkese MERHABA!
Annemin blogunda bu kadar reklamımı yapınca dedim ki kendi kendime; "Türkçe yazı yayınla Athelien!" Bu değişikliği biraz da gerekli gördüm. Geçmiş bir zamanda bir blog yazarımız annemi takip ederken benim bloguma da baktığını ama hiç bir şey anlamadığını yazmıştı. Tabii ki haklılar. Şu da var ki; blogumu okulda, İngilizce Öğretiminde Teknoloji Kullanımı dersi için açmış ve devam ettirmiştim kendimce. Bu amaçla, yazarken kullandığım dilde Türkçe- İngilizce değişikliği yapmak istedim. Bazı yazılarım Türkçe, bazıları İngilizce olacak bundan sonra. İlk Türkçe yazım da bu. :))
Çok uzun bir süredir blogcu olmama rağmen sıklıkla yazmıyorum, kabul. Blogumu açtığım süre zarfında neler yaptım? Blogumun içeriğini neler oluşturuyor?? HEPSİİİİ BU YAZIDAAAA!
Blogu açtığım zamanlarda üniversitede, İngilizce Öğretmenliği bölümü son sınıf öğrencisiydim. Hayat su gibi akıyordu. Dört sene önce ağlayarak girdiğim üniversite kapısından bön bakışlarla çıkmak üzereydim. Ne pis bir duygudur... Kep atma törenimizde çok sevdiğim bir hocam "Sende bugün bir şey var çok boş bakıyorsun." demişti beni tebrik ederken. O an cevaplayamamıştım. Şimdi cevabını yazıyorum. Çok doğal hocam. Mezun da oldum şimdi yine ne var? Sırada ne var? Ne kaldı ki geriye? Daha ne olsun* Herşey bitmedi mi artık? Yoksa bitmedi mi??? bakışıydı o. İnsanı salağa çevirir ya hani hep bilinmezlik; gelecekte ne olacağını bilememek de öyle.
Mezun da olduk, tatil de yaptık. Tatil sırasında bilimum özel okul, dershane, yabancı dil kurslarına gidildi iş başvurusu için. Çook sıkıntılar çekildi. 2007'de sol ayağımdan ortopedi ameliyatı olmuştum ve o okul senin bu kus benim tın tın otobüs, minibüslerde giderken ayağımda şişme, ağrılar oldu. Başvuru için gittiğim yerler oturduğum Anadolu Yakası ile çok alakasız yerler bile olabiliyordu bazen. Ama olsun, İstanbul'u öğreniyordum sora sora, kaybola kaybola. Başvuruya giderken mesafelerin önemi yoktu. Ancak görüşme sırasında evimin uzakta bulunduğunu, ayağımdaki problemi kısaca anlatıyordum ilgililere. Başvurular kah iyi kah gergin geçti. Fakat, eve dönerken ayak ağrısından ağladığımı gözleyen ev halkı uzak mesafelere gitmemi istemediler. Herkes üzgündü. Başvurularımın hepsini sonra reddettim. Geriye diplomalı işsiz olmak kalıyordu.
Ne yapalım?? Ben de yakınlardaki KPSS kursuna yazıldım, şansımı öğretmenlik sınavında dener, kazanırsam devlette öğretmenlik yaparım rahat rahat diye düşündüm. İyi ki de düşünmüşüm. 24 yaşımdan sonra matematiğe hafiften ilgi duymaya başladım. En azından artık rakam görünce korkmuyorum. 1 sene elimden geldiğince sınava çalıştım. (Her ne kadar kurstakiler beni tembellik yaptığım zamanlarımda görseler de...) Sınav zamanı yaptığım eşekliği saymazsak her şey iyiydi. Sınav sonunda (2010 yılı KPSS sınavı) kopya skandallarıyla ortalık çalkalandı, kafalarımız karıştı, sonuçlar tuhaf geldi vs vs vs... Neticede atanamadım. Hal böyle olunca o yaz bitimi tekrar düştüm yollara. Eylül ayının başlarında, okulları, İlçe Milli Eğitim ofislerini gezmeye başladım ücretli öğretmenlik için. Hoş, onun da hiç garantisi yok ama... İş iştir, hiç olmamasından iyidir! Boş kalmamak, İngilizce'yi unutmamak gerek. Yalnız, ücretli öğretmenlik başvurusu yaptığınız İlçe MEB ofislerine her ay 1- 2 kez gitmenizi öneririm. Ancak o zaman birileri orada sizi farkediyor, tanıyıp size bir okul veriyor. İşte, ben ağrıyan ayaklarla bunu yapamadım. Bu taraftan da bir şey çıkmadı anlayacağınız.
Son olarak, okuduğum özel liseye başvurdum; staj için. Kurumun Genel Müdürü, lisede öğretmenlerim beni tanır, sever ve güvenirlerdi. Demek ki geçen zamanda güvenlerine sahipmişim hep. Buradan olumlu cevap geldi ve ben 20 Aralık'ta iş başı yaptım!
Çalışma hayatı... Taze mezunlar hep bu dönemlerde biraz yıpranırmış; burunları sürtermiş. Öğrencilik hayatı çok özlenirmiş... Ben bunu tahmin etmiştim ama birebir yaşamak başka bir şeymiş. Stajyer olmak... Ya da bazen bir "hiç" olduğunu sanmak... Aynı şeyler değil bunlar tabii; fakat gün içindeki streste hırpalanan sensen genelde böyle hissediyorsun. Yine de bazen eğleniyorsun kendinle, öğrencilerle ve hayatla. İşte o zaman kazandıklarına bakıyorsun; kaybettiklerinden daha fazla. O zaman diyorsun ki, adımlarım doğru. Geriye, üniversite hayatıma da baktığımda o hayatı da özlediğimi fark ediyorum; o ayrı. Anladım ki, öğretmen olmak aslında hep öğrenci kalmakmış.
Şimdi bir stajyerim. Angarya gibi görünen tüm işler bana bakıyor. Üstelik bazı haftasonlarım da okul etkinliği olarak güme gidiyor. Bazen bir öğretmen beni fazla sert bir tutumla uyarıyor. Bazen hiç hak etmediğimi düşündüğüm şekilde muamele görüyorum. Tüm bunların altında ezilirken benim gibi bir stajyerin söylediği söz aklımı çeldi: "BENSİZ İŞ YAPAMIYORLAR CANIM!" Nasıl sevindim bu sözü duyunca... İşte, doğru düşünce bu! Ben yokken mutlaka öğretmenler gerek söylenerek gerek küfrederek, bir şekilde fotokopi, soru yazımı, kitaplıkları toplama (ki ilk toplayan benim sanırım) işini, okul nöbetlerini vb. tüm işleri yapıyorlardı. Şimdi bunları ben yapıyorum. Onlar derslerine girip çıkıyorlar, sınav kağıtlarını okuyorlar, öğrencilerle uğraşıyorlar, toplantılar yapıyorlar vb vb... Fakat ben olmadığım zaman kimse fotokopi ofisine gitmiyor, herkesin işi yaım kalıyor. Evet, BENSİZ HİÇ İŞ YAPAMIYORLAR CANIM!!!!! Evet, iş hayatı çok yoruyor, çok yıpratıyor. Dahası, sağlığım da işimi zorlaştırıyor. Ama olsun. Her şeye değer.Mesleğimi öğreniyorum, tecrübe kazanıyorum, insanları tanıyorum. Üstelik mesleğimi seviyorum. Her yeni bilgiye biraz öğretmen ama daha çok öğrenci gözüyle bakıyorum. Tatillerimi de hak ettiğimi düşünerek, doya doya dinlenip eğlenerek geçiriyorum; tatillerimin kıymetini biliyorum böylece.
1 Temmuz'dan beri tatildeyim. Her sene olduğu gibi, annemle Bodrum'dayım. Bu sene annem, kardeşimin LYS- YGS sınavlar silsilesi stresine birinci dereceden maruz kalınca İstanbul'dan beraber kaçtık adeta. Rahatı, barışı ve sevgiyi burada bulduk! Huzura erdik beee! Her gün deniz, güneş, müzik, kitap... E daha ne olsun?? Misafirlerimiz geldi, tekne turu yaptık, gezdik, fasıllara katıldık... Ben çoluk çocukla eğlendim... DAHA DAHA NE OLSUN Kİİİİ!!!!!!
20 Ağustos'ta İstanbul'a döneceğim. Ama bayramda ne olur, kim nerede olur bilemiyorum. Bu tatil benim için daha başka nasıl sonuçlanır; onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey: Bu gün 4 Ağustos ve daha şimdiden tatili özledim. 2-3 hafta sonra İstanbul'un trafiği, sıcağı ve stresiyle yalnız başıma kalacağım ve bu düşünce şimdiden germeye başladı. Bu arada, Kasım ayının sonunda yapılacak ALES sınavına gireceğim için arada ders de çalışıyorum. Onun sıkıntısı okul başlayıp benim işim yoğunlaşınca ortaya çıkacak. Amaaaaannn.... Hepsini böyle birden yazsam da şu an çok keyifliyim, başıma geleceklere kayıtsızım. Yaşayıp göreceğim hesabı...
Bizimkilere neler mi olur? Ana hatlarıyla özetlersem: Kardeşimin, Strasbourgh Üniversitesi Hukuk bölünümden kabulü geldi. Onu 3 Eylül'de Fransa'ya yolcu edeceğiz. (Şu an herkes sonuçtan memnun. Ama yolcu ederken bize acı acı gelecek gibi...) Annem... O, kardeşimi yolcu etmeye gelecekse Ağustos'ta benimle gelecek sanırım. Ama istemezse Eylül'de de Bodrum'da kalacak. Hatta babam da, çok kafası atarsa annemin yanına gelecek. Ben bayramda kim neredeyse onu kovalayacağım, orası kesin!
Gümüşlük Koyu'ndan güzel manzaralar eşliğinde tatilcilere güzel tatiller diliyor, bu mevsimde hala izne çıkamamış, şehir sıcağı, nemi ve trafiğiyle müadele etmekte rekor kıran çalışan okuyucuların ruhuna Allah'tan rahmet diliyorum.
Bezgiiin ve de miskin, saat 00.09'da yazımı bitirmemin mutluluğuyla bu kedi gibi esneyerek... İyi tatiller, mutluluklar...